Livasçı İsmet
Livasçı* İsmet, her sabah, daha gün ağarmadan uyanırdı. Abdestini alır sabah namazını kıldıktan sonra, Allah ne verdiyse, kahvaltısını yapar ve günün erken saatlerinde daha önceden sözleştiği eve gidip çalışmaya başlardı.
Takriben 80’li 90’lı yıllarda Nizip’te evlerin ekseriyeti müstakil evlerdi. Bugün olduğu gibi binalar, mantar gibi bitmemişti. Herkes, kendine göre küçük ve hayatlı** evlerde yaşardı. O dönem evler, ortalama iki ya da üç göz odadan müteşekkildi. Küçücük hayatlarda türlü türlü meyve ağaçları vardı. Evler, orada yuvalanan kuşların şarkılarıyla sen ve şakraktı.
Eski mahalle evlerinde tuvaletler hayatın en uzak köşesine konumlanmıştı. İhtiyaç gidermek isten bir kişi, odadan çıkıp hayatın en uzak köşesine gitmek zorundaydı. Aslında bu durum her ne kadar zahmetli gibi görünse de bir ev için oldukça faydalıydı. Çünkü keneften kötü kokularla yayılan negatif enerjilerin, eve yayılması engellenmiş oluyordu.
Her evin kanalizasyon gideri, hayattan geçer ve sokaktaki şebekeye bağlanırdı. Bazen bu giderler tıkanınca ciddi sorunlara neden olabilmekteydi. Ev halkı için oldukça sıkıntılı olan bu durumu çözmek için, livasçılık yapan İsmet Amca çağrılırdı. Acil bir şekilde eve gelen Livasçı İsmet, çizmelerini giyer ve hemencecik işe koyulurdu.
İsmet amca tıkanan livası açmak için önce birkaç basit yöntem denerdi. Kendisinin geliştirdiği uzun demir çubukları vardı. Öncellikle tıkanıklığı gidermek için o araçlarla biraz uğraşırdı. Bu yöntemlerle gider açılmaz ise livasın geçtiği ya da tıkanıklığın olduğunu tahmin ettiği yeri kazıyarak açmaya başlardı. Her hayatta, toprağın altında olan giderlerin ulaştığı küçük bir havuz gibi yer olurdu. Üzeri beton ile kapalı olan bu kısmı kırarak açan ismet Amca, tıkanıklığın sebebini bulur ve sorunu çözerdi.
Bu işlem sırasında, üstü başı epeyce kirlenirdi. Üstü başı pislenmiş ve yüzü gözü kan ter içinde kalan adamın halini görenlerden -yüz ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla- üzülenler olduğu gibi, tiksinenler de olmaktaydı. Ama bütün bunlara hiç aldırış etmeyen Livasçı ismet, işini büyük bir titizlikle yapmaya devam ederdi.
Tıkanıklığı giderdikten sonra tekrardan oranın kapatılması ve kırılan gider boruların döşenmesi gerekirdi. İsmet Amca aynı zamanda, betonu harcı ve yapıyı da bilmeyi gerektiren bir iş yapmaktaydı. Giderleri tamir edip, işini bitirdikten sonra elini tertemiz yıkar, çizmelerini çıkarır ve normal elbiselerini giyerdi.
İsmet amca bu işi yaz kış demeden, yıllarca bu şekilde yapmaya devam etti. Kendisinin beş çocuğu vardı. Onların geçimini bu iş sayesinde sağlamaktaydı. Çocuklarını livasçılıktan kazandığı gelirle okutmaya çalıştı. Bir günden bir güne haline isyan etmedi. Bazen çok, bazen az kazandı. Ancak bir ömür geçimini, belki de birçok kişinin iğrendiği, bu işten sağladı.
Yetmişe yaklaşan yaşına rağmen bu işi yapmaya devam etmekteydi. Mahalleli insanlar ve komşuları, yaşı ilerleyen İsmet Amca’ya artık bu işi bırakmasını söylemeye başladılar. İsmet amca serbest çalıştığı için herhangi bir emekliliği yoktu. Gücünün yettiği kadarıyla bildiği bu işi yapmaya devam etti. Ona bu işinin iyi olmadığını; temiz olmadığını; oldukça zor olduğunu defalarca dediler. O ise onlara aldırış etmiyor ve az veya çok, yapabildiği kadarıyla livasçı olarak işini yapmaya çabalıyordu.
Bir keresinde yine “Yeter artık, bırak bu işi!” diyen kendinden genç olan komşusuna ders niteliğinde olan “Ben pislik atarım ama pislik oğlu pisliğe muhtaç olmam” bir cümle kurmuştu.
Rızkını helalinden kazandıktan sonra, yapılan iş, her ne olursa olsun, niteliğinin hiçbir önemi yoktu. Asıl olan kimseye muhtaç olmamak ve kimseye avuç açmamaktı. Kişi onuruyla ve namusuyla çalıştıktan sonra bütün işler aynıdır, hakikatte. Nitekim konuya ilişkin olarak, Ali fuat Başgil Hoca, “Gençlerle Başbaşa” kitabında “Çalış genç arkadaşım, çalış! Namerde muhtaç olmak, ölmekten beterdir.” diye tavsiyesi, deyim yerindeyse Livasçı İsmet’te vücut bulmuştu.
*Livas: Pis ve atık suların özel kanallar aracılığıyla belli merkezlerde toplanıp atılmasını sağlayan sistem, lağım döşemi, şebeke.
**Hayat: Avlu