Annelik Sanatı
Annelik Sanatı
Von Goethe; "Hiç kimse kollarında bir çocuk tutan anne kadar muhterem ve saygıdeğer değildir." diyor. Annelik, insanlığın en ulvi sanatlarından birisidir. Çünkü ele aldığı ham madde insan yavrusudur. Onun bırakacağı eser hiçbir sanatkârın eseriyle ölçülemez. İşte bu nedenden dolayı da anne olmakla, annecik olmak arasındaki farkı ayırt etmek gerekir. Anne; çocuğunun sorumluluğunu üstlenerek, onu geleceğe sağlam bir karakter ve güven duygusuyla taşıyan cennet tebessümüdür. Annecik ise, çocuğunun sorumluluğundan habersiz saldım çayıra Mevla'm kayıra mantığıyla çocuğunu büyüten çocuklu kadındır.
Sanıyorum anne olmak deyince yine birçoğumuz çocuk doğuran kadın olarak anlıyoruz. Evet doğrudur anne, çocuğu olan kadına denir. Ancak burada çocuğunu doğurduktan sonra onu karakol, hastane ve cami gibi sosyal korumada öncülük görevi görecek yerlere bırakacak bir vicdandan yoksunlaşmış bir kadına anne denilemeyeceğini düşünüyorum.
"Cennet annelerin ayakları altındadır." Peygamberimiz bu sözüyle anneliğe, cennetin ayaklarının altına serilecek kadar yüce bir mertebe vermiştir. Ama unutulmaması gereken unsur; çocuklarına cennet olabilen veya cennetin kokusunu onlara duyurabilen annelerdir, ayaklarının altına cennetin serildiği anneler. Cennet; Allah'ın kullarına tebessümü, hoşgörüsü ve affediciliğinin bir tecellisidir. O halde annelik de çocuklara karşı bir cennet tebessümü olabilmelidir. İşte bu noktada yüreğinde tatlı bir meltem rüzgarıyla sevgi coğrafyası oluşturan annelerdir, cennetin ayakları altına serilen anneler.
Ama bununla birlikte yürek iklimini kuraklaştırarak, sabırsızlık dikenleriyle veya ilgisizlik lavlarıyla çocuklarına karşı duyarsızlaşan çocuklu kadınlar anneciktir. İşte bu anne özelliklerinden bazılarını sunarak, cennet olmaya layık anneler yetiştirmeye bir nebzede olsa katkı da bulunmak istiyoruz.
Bazı anneler veya yetişkinler ağlayan çocuğun kucağa alınmasını ?alışma? olarak nitelendirerek, kendi kendine susuncaya kadar kucaklarına almamaya özen gösterirler. Böylece çocuğu daha bebekken eğittiklerini zannederler. Ancak kulaklarına fısıldayan rahatlık zaafına yenik düştüklerini bir türlü kabul etmek istemezler. Çünkü sizler ey anneler ve yetişkinler bir çocuğu en fazla iki yıl kucağınızda taşıyabilirsiniz. Ondan sonra siz isteseniz de o kucağınızda durmayacak kadar dinamikleşmiş olur. O halde çocuğun ağıtına kulak verelim. O ifadesiz çığlığıyla aslında bizlere bir çok şeyi ifade etmektedir. Bunlardan en önemlisi de; çocuğun güven duygusu ihtiyacını dile getiriyor olmasıdır. Bu noktada kucağa alınmayan ve ağlamaya mahkum edilen bir çocuğun geleceğine güvensizlik ekilmekten başka bir şey yapılmamıştır. Çünkü ağladığında kendisini yanında olmasını arzu ettiği kişiler kısa bir rahatlık uğruna kendisini yalnız bırakmışlardır. İşte bu duygu çocukların yetişkinlikte de içine kapak bir kişiliğe sahip olmalarını sağlayacaktır. Anneler çocuklarını bu tür güvensizliğe asla mahkum etmezler.
Annelere yüklenen bir diğer önemli misyon ise çocuklarını şiddetin her türlüsünden koruması ve buna karşı önlem almasıdır. Tabi bu konuda ilk önce kendisi duyarlı olmalı ve şiddet unsuru taşıyan her türlü duygu, düşünce ve davranıştan kaçınmalıdır. Çünkü annelik sadece biyolojik bir eylem olarak adlandırılamaz.
Çocuğumuz yaramazlık yaptığı zaman, onu başımızdan savmak için, televizyonun karşısına savunmasız bir şekilde mahkûm etmemeliyiz. Çünkü küçük yaşlarda özellikle hayal dünyası geniş olan çocuklar onları taklit etmeye ve onlar gibi davranmaya aşırı bir merak duyarlar. Pokemonları seyreden birçok çocuğun onlar gibi uçmaya kalktığı için sakatlandıklarını ve öldüklerini bir çok defalar duymuşuzdur. Televizyon elbette çocukların ilgi odağı ve dikkatlerin yoğunlaştığı bir alettir. Yetişkinler kendilerini bundan alıkoyamazken küçüklerden bunu beklemek tabi ki doğru olmaz. İşte bundan dolayı en azından programlar açısından seçici olmaya, eğitici, eğlendirici, düşündürücü ve aynı zamanda insanlığı, doğayı ve hayvanları sevdirici olanlara yönlendirmek gerekmektedir.
Anne özellikle çocuğun gelişim süreçlerini yakından takip edebilecek bir donanım sahibi olmalıdır.. Üç yaşın altındaki çocuğunu TV karşısına bırakmanın onu dikkat eksikliğine ve hiperaktiviteye yönlendirdiğinin bilincinde olarak, gerçek sevgileri yüreğinin sıcaklığıyla ona sunmalıdır.
Bununla birlikte anne; hayatı bir bütün olarak çocuğuna gösterebilendir. Annecik ise mükemmeliyetçi bir yaklaşımla kendisisini kusursuz sunan çocuklu kadındır. Bu yaklaşım ise çocuğun gelişim süreçlerinde annesine güvenini sarsacak bir olaydır. Çünkü çocuk gelişim sürecinde kusursuz insanın olmadığını kendi tecrübeleriyle görecektir. Bu da yanlışlara karşı nasıl davranacağı noktasında onu çelişkili bir davranışa sürükleyecektir. Gerçek anne yanlışlarına karşı özür dilemesini bildiği gibi, güzel davranışlara karşı teşekkür etmesini öğretebilendir.
Anne çocuğunun gelişim sürecinde yaptığı yanlış davranışlara azar ve öfkeyle değil de hoşgörüyle yaklaşmasını bilendir. Böylece çocuğun insanlara karşı hoşgörülü olarak yetişmesini de sağlamış olacaktır.
Anne çocuğuna zaman ayırabilendir. Onunla çocuklaşan ve onunla oynamasını bilendir. Bu şekilde ona ailenin sıcaklığını sunarak dışarının cezp edici korkunçluğundan onu koruyabilecektir. Aksi takdirde çocuk evde göremediği ilgi ve sıcaklığı dışarının göz kamaştırıcı yansımasında örtülen tehlikelerinde arayacaktır.
Anne çocuğu sorumluluk taşıyacağı konularda sorumlu tutarak onun kendisine güven duygusu geliştirmesine zemin hazırlayabilendir. Annecik ise çocuğuna güven duymayarak her işi kendisi yapıp, sonra da onu beceriksizlikle suçlayandır.
İşte bu noktaları göz önünde bulundurduğumuz zaman anneyi kısaca şöyle tanımlayabiliriz; sorumluluğunu taşıyabileceğine kanaat getirdikten sonra bir çocuğa sahip olmayı düşünerek onun maddi, manevi bütün sorunlarına karşı pozitif bir donanım içinde olan cennet tebessümüdür. Ne mutlu cennet tebessümü olabilen çocuklu kadınlara!
Seyit Ahmet Uzun